27 Kasım 2016 Pazar

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-AFET İNAN



1925 yılında Bursa Kız Öğretmen Okulu’nu bitiren Afet İnan, İzmir’de öğretmenlerin verdiği bir çay ziyafetinde Mustafa Kemal ile tanışmış ve onun desteği ile önce dil eğitimi daha sonra ise üniversite ve doktora çalışması için Lozan’a gitmiştir. Yabancı ders kitaplarında gördüğü Türk milletine ilişkin doğru olmayan bilgiler onu Türk uygarlığı konusunda çalışmaya yönlendirmiştir. Gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında Türk tarihine dair yanlışları düzeltmek, eksiklikleri gidermek ve sahip olunan değerleri ortaya çıkarmak için Mustafa Kemal Atatürk ile görüş alışverişinde bulunarak çok sayıda çalışma yapmış, Cenevre’de verdiği konferanslaPiri Reis’in dünyaya tanıtılması konusunda önemli bir adım atmıştır. Atatürk’ün özellikle tarih ve dil çalışmalarında yanında bulunmuş ve Türk Tarih Kurumu’nun oluşturulmasında kurucu üye olarak görev aldığı gibi, bu kurumun çalışmalarının vazgeçilmez bir ismi olarak Türk milletinin dünyadaki yeri konusundaki algıyı bilimsel verilerle değiştirme hedefini sürekli olarak muhafaza etmiştir.

Yazdığı eserlerle sadece Türk tarihine ve uygarlığına katkıda bulunmamış aynı zamanda Cumhuriyet’in kültür alanına ilişkin adımlarının, bu konuda çalışma yapan kişilerin ve bu çalışmaların başında bulunan Mustafa Kemal’in de daha iyi kavranmasına yardımcı olmuştur. Toplumun eşit bireyleri olan kadınların siyasi haklarının verilmesi konusunda başlamış olan çalışmaların hızlandırılmasını sağlamış olan Afet İnan, bu mücadelesi ve başarısı nedeniyle Cumhuriyet kadınları için ayrı bir öneme sahiptir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Atatürk’ten Mektuplar, Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, İzmir İktisat Kongresi ve Mustafa Kemal’in kendisine dikte ettirdiği Medeni Bilgiler kitabı başta olmak üzere Türkçe ve yabancı dillerde çok sayıda eser vermiştir. 8 Haziran 1985 tarihinde kaybettiğimiz Afet İnan, Atatürk ve dönemin düşünce hayatı konusunda temel başvuru kaynaklarından biridir...

14 Kasım 2016 Pazartesi

ELMA SİRKESİ NEYE İYİ GELİR?

 
 


Her gün tüketildiğinde elma sirkesinin sağlığa mucize etkileri var. İşte İngiltere’de Ashton Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre elma sirkesinin sağlığa faydaları…

Daily Mail’de yayınlanan habere göre, 200 ml su ile 30 ml elma sirkesini karıştırıp her yemekten önce içerseniz kolesterolünüz %13’e kadar azalıyor. Yapılan araştırmaya göre, günlük olarak elma sirkesi tüketmek aynı zamanda kalp krizi ve felç riskini de azaltıyor.

12 Kasım 2016 Cumartesi

DUYGU HİSSETMEKTİR



Duygu yaşamak, duygulanmak insanın sahip olduğu en önemli özelliklerinden birisidir. Duygular yaşamın rengi, “tadı tuzu”dur; duygunun yaşanmadığı bir yaşam düşünülemez. Yaşadığının farkında olan insanoğlu, kendisinde ve çevresinde olup bitenleri bir yandan algılarken bir yandan da bunları değerlendirir ve yorumlar. Bu sürece her zaman çeşitli (bazen belli belirsiz, bazen de çok yoğun) duygular eşlik eder.

Herkesin her zaman yaşadığı bir şey olmasından mı, bir zayıflık olarak görülmesinden mi, yoksa kontrol edilebilir bir şey olarak görülmesinden mi bilinmez; duygular bir insanın iç dünyasının aynası olmasına karşın, genellikle hak ettiği değeri görmez. Anlamı, değeri, yol göstericiliği atlanır.

İnsan hiçbir zaman saf ve tek bir duygu yaşamaz, hissettikleri her zaman bir çok duygunun karışımından oluşur. İnsanın doğasından kaynaklanan ve temel duygular olarak adlandırılabilecek duygular zaman içinde bir çok duyguya dönüşür. Duyguları mümkün olduğunca ayrıştırmak ve temel duygulara ulaşmak insanı ve insanın kendisini anlamada çok önemli köşe taşlarıdır.

10 Kasım 2016 Perşembe

CANIM KIZIM



CANIM KIZIM...
Sen doğduğunda büyük bir sevinc yasattin bize.
Hep bir kizim olsun istemistim nedense?
Tanriya hep sükrettim seni bana verdi diye.

Biliyormusun saçlarını uzatmak renkli tokalar takmak,
etekler elbiseler giydirmek isterdim sana,
bir gün gelip büyüyecegin ,öyle uzaktı ki bana,
oysa nasilda cabuk gecti seneler ,dönüp baktığım da arkama.
Saçlarin uzadı uzamasına da,
ya boyun nasıl da gecti boyumu..

Büyüdükce seni koruma arzumda arttı biliyormusun?
Seni herkeslerden sakınmak için kanatlarım olsun istedim bilmem neden?
ilk sırrını bana acmanı. Sevinclerini ve üzüntülerini paylasmayı,
seninle dost ve arkadas olmayi istedim hep
bilmem arkadasin olabildim mi?

Sana kızdıgımdada sevgi vardı gözlerimde bunu hissedebildin mi?
Seni korumak isterken sıkmak değildi amacım
acaba beni anlayabildin mi?
Dürüst olmani istedim hep yalansız ve riyasız
bilmiyorum başarabildim mi?

Benim bildigim tek bir şey var
belki yıllar sonra etrafını cocukların sardı
ama benim kızım hep gözümde kücücük kaldı.
Seni yine sevecegim çıkarsız , beklentisiz her annenin coçuğunu sevdigi gibi.
Üzüntülerini ben almak istiyecegim düsünmeden kendimi,
sevinclerin sevincim olacak ilk günkü gibi.
Gülüşlerin mutluluğum,
gözlerindeki bir damla bende bir nehir sanki.
Kisacaıi seni sevmeye devam edeceğim
BİLMEM BENi ANLAYABILDIN MI?
 
 

HAYAT BU...

Rabbin sana karşı anlayışsız değildir ..
Ayrılıklara ve vedalara üzülüyorsun ..
Sevdiklerin gidiyor,sevenlerin uzaklara dağılıyor; kalbin acı çekiyor ağlıyorsun.
Merak etme...Seni var eden Rabb'in kalbini de biliyor..
Acı çektiğini senin bildiğinden daha çok biliyor.
Herşeyin dağıldığı gün,her işin sonlandığı gün,sana ve sevdiklerine sahip çıkacaktır.
Uzaklara gitmene gerek yok;
Her gününü 'gün' eden,
Sabahı pencerene getiren,
Gündüzü sana aydınlık eyleyen,
Geceyi uykunun ve dinlenmenin döşeği eyleyen O'dur...
Akşamın gelişiyle veda eden günü,yeni bir sabahla sana getiren,
sana bütün zamanlar da ebediyen sahip çıkacaktır emin ol ..
Çektiğin acılara, habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O.
Yüreğinin her yangınına aşina olduğunu söylüyor...
Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil O.
Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor...
Sevdalarına ve özlemlerine,çok seçenekli sınav kağıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor...
Seni herkesten çok anlıyor,seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor..
S. Demirci

18 Mayıs 2016 Çarşamba

BAHAR YORGUNLUĞUNDAN KURTULMANIN YOLLARI

Bahar yorgunluğunun hemen hepimizi etkilediği şu günlerde bu haberi sizlerle paylaşmak istedim...

Havaların ısınmasıyla halsizlik, yorgunluk, eklem ağrıları, sindirim problemi ve uyku isteğinin artması şeklinde gözlemlenen bahar yorgunluğundan uzak kalmak için, doğru ve dengeli beslenmenin önemine dikkat çeken Diyetisyen Merve Sarptaş, sabah kahvaltısının mutlaka yapılmasını önerdi. Kahvaltıda besleyici ama hafif yiyeceklerin tercih edilmesi gerektiğini söyleyen Diyetisyen Merve Sarptaş, “Günün diğer öğünlerde ise yağlı yiyeceklerin yerine daha hafif ve besleyici özelliği olan sebze ağırlıklı yemekler yenilmelidir. Baharla birlikte vücudun daha çok vitamin ve minerale ihtiyacı vardır. Sebze ve meyveler bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini sağlayan, artan vitamin ve mineral ihtiyacının karşılanması açısından önemli bir besin grubudur” diye konuştu.

Bu besinler bahar yorgunluğuna iyi geliyor

Bahar yorgunluğundan etkilenmemek için A, C ve E vitaminleri açısından zengin sebze ve meyveler tüketilmesi gerektiğine dikkat çeken Diyetisyen Merve Sarptaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“A vitaminini en çok balık, yumurta sarısı, kırmızı et, süt, yoğurt, havuç, kayısı, tatlı kabak, kavun, şeftali, ıspanak, brokoli, tere, maydanoz, dereotu ve rokada bulunmaktadır. C vitamini içeren besinler ise maydanoz, biber, turunçgiller, soğan, kereviz, brokoli, çilek ve kividir. Bitkisel yağlar, yağlı tohumlar, yeşil yapraklı sebzeler, yumurta ve kepeği ayrılmamış un ise E vitamini açısından zengindir. Bu dönemde organik olan mevsim sebze ve meyvelerinin tüketilmesi önerilmektedir.”

Su miktarını artırın

Bunun yanı sıra, günde en az 2 ya da 2 buçuk litre su tüketilmesinin de toksinlerin vücuttan uzaklaştırılarak bahar yorgunluğunun etkilerinin azaltılması için önemli olduğunu belirten Diyetisyen Merve Sarptaş, “Kahve, çay, kola, kakao ve benzerleri gibi kafeinli içecekler azaltılmalıdır. Kafeinli içecekler yerine, metabolizmayı rahatlatıcı ve bağışıklık sistemini güçlendirici bitki çayları tercih edilebilir. Aşırı tuz, vücutta su birikimi arttırarak yorgunluk hissini artırabileceğinden tüketilmemelidir. Düzenli olarak haftada 3 gün ve yaklaşık 45 dakika süren tempolu yürüyüşler yapmak, bu dönemdeki yorgunluk şikayetlerinin azalmasında faydalı olacaktır. Uyku düzenine dikkat edilmeli, gece geç saatlerde yatılmamalıdır. Yeterli fiziksel aktivitede bulunmak çok önemlidir. Her gün açık havada yürüyüş yapılabilir” ifadelerini kullandı.
(TRT Haber)

10 Mayıs 2016 Salı

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-HALİDE NUSRET ZORLUTUNA


Halide Nusret Zorlutuna (1901, İstanbul - 10 Haziran 1984, İstanbul), Türk şair, yazar, öğretmen.

"Kadın yazarların annesi" olarak anılır. Hece ölçüsünde hamasi şiirleri ve konuşulan Türkçe ile yazılmış romanları vardır. Romancı Emine Işınsu'nun annesi, Pınar Kür'ün teyzesidir.
1901 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Erzurumlu Zorluoğullarından gazeteci Mehmet Selim, daha sonraki adı ile Avnullah Kâzımî Beydir. Ünlü gazeteci Süleyman Tevfik Özzorluoğlu ise amcasıdır. Halide Nusret'in babası Avnullah Kazimi Bey, 1908 yılında "Fedekeran-i Millet Cemiyeti" adlı bir siyasi parti kurup muhalefete başladığı içinİttihat ve Terakki Partisi yönetimi tarafından yıllarca sürgün ve zindan hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştı; bu nedenle Halide Nusret çocukluğunda babasını çok az görebildi. Avnullah Bey bir süre siyasetten çekilmeyi kabul edip Kerkük'te mutasarrıf olarak görevlendirildiğinde ailecek Kerkük'e gittiler. Halide Nusret, bu dönemde özel hocalardan ders alarak Arap ve İran dillerindeki bilgisini geliştirdi. Kerkük'teki çocukluk yıllarını Bir Devrin Romanı adlı anı kitabında aktardı.
Aile, I. Dünya Savaşı'nın başladığı sırada İstanbul'a dönünce Halide Hanım Erenköy Kız Lisesi'ne devam etti. Bu okulda orta tahsilini yapmakta iken babasını kaybetti. Babasının ölümü üzerine yazdığı "Ağlayan Kahkahalar" adlı yazısı 1917 yılında Talebe Defteri adlı derginin yarışmasında birinci olup yayımlanınca edebiyat dünyasına adım atmış oldu.
Lise öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitim gördü. Ekonomik koşullar nedeniyle çalışmak zorunluluğu doğunca Darülmuallimat sınavlarına girdi ve öğretmen olma hakkını elde etti. Öğretmenlik mesleğini çok sevdi ve kendisinin öğretmen olmak için yaratıldığı inancını her zaman ifade etti. İstanbul'da öğretmenlik yaparken bir yandan İstanbul Darülfünun'da Tarih Bölümü'ne devam etti, özel olarak İngilizce öğrendi.


Halide Nusret, genç yaşlarından itibaren sosyal kuruluşlarda ve hayır cemiyetlerinde çalıştı. Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları, Halkevleri, Muallimler Birliği, Yardım Sevenler Derneği, , Söroptomistler, Çocuk Haklarını Müdafaa Cemiyeti ve Çocuk Esirgeme Kurumu(Himaye-i Etfal Cemiyeti) yönetim kurullarında uzun yıllar hizmet verdi. 1959'da Türk Anneler Derneği'ni kuruluşuna öncülük etti. Türk Dil Kurumu'nun da kurucu üyelerindendi.
1975 yılı Birleşmiş Milletler tarafından “kadın yılı” olarak ilan edildiğinde “Kadının Sosyal Hayatını İnceleme ve Araştırma Derneği” tarafından düzenlenen sergi ve toplantıda Halide Nusret’e “Ümmü'l-Muharrirat” (kadın yazarların annesi) unvanı verildi. 1983 yılında ise Basın Yayın Genel Müdürlüğü ile Türk Basın Birliği tarafından “Basın Mesleği’nde 50 Yıl Şerefli Hizmet” belgesiyle plaket verildi.
Halide Nusret Zorlutuna, 10 Haziran 1984 günü İstanbul'da hayatını kaybetti.

ESERLERİ
Şiir
  • Geceden Taşan Dertler (1930)
  • Yayla Türküsü (1943)
  • Yurdumun Dört Bucağı (1950)
  • Ellerim Bomboş (1967)
  • Git Bahar
  • Sevmek
Roman

  • Sisli Geceler (1922)
  • Gül'ün Babası Kim (1933)
  • Aşk ve Zafer (1966)
  • Aydınlık Kapı (1974)
  • Büyükanne (1971)
  • Beyaz Selvi (biyografik roman)
Hatıra
  • Benim Küçük Dostlarım (1948)
  • Bir Devrin Romanı(1978)
Mektuplar
  • Hanım Mektupları (1923)
 VİKİPEDİA dan alıntıdır...

29 Mart 2016 Salı

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-KERİME NADİR


5 Şubat 1917’de İstanbul’da doğdu. 20 Mart 1984’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Kerime Nadir Azrak. 1935’te İstanbul Bebek Saint Joseph Fransız Kız Lisesini bitirdi. Ayrıca özel eğitim gördü. İlk şiirve öyküleri 1937’de Servet-i Fünun Uyanış ve Yarımay dergisinde yayınlandı. İlk romanı “Yeşil Işıklar” 1937’de yayınlandı. Çoğunlukla kadın kahramanlar üzerine kurduğu duygusal aşk ve serüven romanlarıyla 1940-1970 arasında çok okunan ve sevilen bir yazar oldu. Birçok baskısı yapılan bu romanlarından bazıları sinemaya da uyarlandı.

22 Mart 2016 Salı

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-LEYLA HANIM

 

Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür. 
Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr mısraıyla başlayan 
Zâlim beni söyletme derûnumda neler var nakaratlı şarkısı çok ünlüdür.


Leyla Hanım’ın, “Yaslı gittim şen geldim” mısrasıyla başlayan marşı bilhassa Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok beğenilmiş, uzun süre dillerden düşmemiştir. Atatürk’ün de çok sevdiği “Mani oluyor halimi takrire hicabım”şarkısının sözleri ve “Nerdesin, nerde acep gamla bıraktın da beni” şarkısının bestesi, “Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim”şarkısının sözleri Leyla Saz’a aittir. Osmanlı İmparatorluğunun ilk Müslüman anı yazarıdır da ayrıca. Anı kitabında Çırağan Sarayı’ndaki sosyal yaşam, eğlenceler, giyim kuşam, düğünler, eğitim gibi konularda detaylı bilgiler verir. Leyla Saz’ın anılarının, bestelerinin ve şiirlerinin çoğu Bostancı’daki köşkü yandığı zaman kaybolmuştur. Leyla Saz’ın yayımladığı anıları, yangından sonra tekrar yazdıklarıdır. Şiirlerini Solmuş Çiçekler adıyla yayınladı. Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler İç dilber ile bâde ne derlerse desinler. lemde nedir farkı bana medh ile zemmin Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler. Günümüz Türkçesi Aldırma buluş sevdiğinle, Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler. Övgüye de, yergiye aldırmam Dostların canı sağ olsun, ne derlerse desinler.

20 Mart 2016 Pazar

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-NEZİHE MUHİDDİN


Nezihe Muhiddin Tepedelengil (1898, İstanbul – 10 Şubat 1958, İstanbul), Osmanlı- Türk düşünür, eylemci, gazeteci, yazar, kadın hakları savunucusu .
20. yüzyıl’da Osmanlı Devleti’nde kadını toplum yaşamına dahil etme, cumhuriyet rejiminin ilanından sonraysa kadınların siyasal haklarının tanınmasını sağlama için mücadele etmiş bir kadın hareketi öncüsüdür. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan Kadınlar Halk Fırkası (KHF) adlı siyasi partinin kuruluş çalışmalarını tamamlayarak Türkiye’deki ilk siyasal partinin kurucusu olmuştur.

20 roman, 300 kadar öykü, piyes, senaryo, operet kaleme almış bir yazardır.

1889 yılında İstanbul’da Kandilli’de Zehra Hanım ile savcı ve ceza hâkimi Muhiddin Bey'in kızı olarak dünyaya geldi. Evde özel öğrenim gördü. Farsça, Arapça, Almanca, Fransızca öğrendi. İlk gençlik yıllarından itibaren siyasi ve sosyal konulara, kadınlık durumuna duyarlı birisi olarak yetişti. Dayısının kızı Nakiye Hanım ile annesinin edebiyat ve toplumsal sorunlar üzerine yaptıkları tartışmalar, Nakiye Hanım'ın evde düzenlediği toplantılar, ilerideki düşüncelerinin ilk tohumlarını atmıştır.

1909 yılında Maarif Nezareti'nin sınavının kazanıp Kız İdadi Mektebi'nde fen dersi öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Aynı okulda ders veren Halide Edib'le, Muallim Nakiye Hanım ve bir okulda müdürlük yapan olan Şükûfe Nihal ile bu ortamda tanıştı.. İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi’ne müdürlük yaptı; jimnastik, lisan, piyano, biçki-dikiş derslerinin öğretmenliğini üstlendi. Daha sonra Selçuk Hatun Sultanisi, Kız Hayat Mektebi ve İzmir Hilal Sultanisi müdürlüklerinde bulundu. Savaş zamanı okulunu dikimevine dönüştürdü, İlk Tedavi Hastanesi’nde öğrencileriyle birlikte hastabakıcılık yaptı.

Okul dışında, kadın hakları için yürüttüğü faaliyetlere ara vermeden devam etti. Çalışma hayatına başladığı yıl Sabah, İkdam gibi gazetelerde sosyoloji, pedagoji, psikoloji konularında ilk makaleleri yayımlanmaya başladı.

İlk evliliğini Muhlis Bey ile yaptı. Kısa süren bu evliliğin ardından belediye şirketler komiseri Memduh Tepedelengil ile yaptığı ikinci evliliğinden ise Malik adında bir oğlu oldu. Edebi yaşamı boyunca ikinci evliliğinin soyadını değil, babasının soyadı olan Muhiddin'i kullandı.

Bu sırada kendini edebiyata veren Nezihe Muhiddin, kadınların sorunlarını işleyen, evliliklerde erkeklerin tutumlarını eleştiren romanlar yazdı. İlk romanı "Şebâb-ı Tebah" (Kaybolan Gençlik) 1911 yılında yayımlanmıştı. Hayatı boyunca 20 roman, 300 kadar öykü, piyes, operet, senaryo kaleme aldı. Goethe ve Edgar Allen Poe gibi dünya yazarlarından çeviriler yaptı.

1913'te bir hayır kurumu olan “Türk Hanımları Esirgeme Derneği”'nin kuruluşunda yer aldı ve ilk yıllarda derneğin sekreterliğini üstlendi. Aynı dönemde Osmanlı donanmasını desteklemek için kurulan Donanma Cemiyeti’nin Kadınlar Şubesinin de kurucuları arasında yer aldı.[4] Ancak hayır işleri ile uğraşırken bir yandan da kafasındaki esas mesele, kadınların siyasi hayata katılması ve birliği idi.

İstanbul’un işgalinin ardından toplanan Milli Kongre’nin delegeleri arasında yer aldı.


Kadınlar Halk Fırkası:
1923 yılında henüz cumhuriyet ilan edilmemişken Nezihe Muhiddin ve on üç kadın arkadaşı, kadınların siyasi hakları için bir kadın şurası toplamaya karar verdiklerini açıkladı.[4] Hazırlıkları Nezihe Muhiddin'in evinde süren şura, 15 Haziran 1923'te Darülfünun Konferans Salonu'nda gerçekleşti. Şura'da Kadınlar Halk Fırkası adıyla siyasi bir parti kurma kararı alındı. Partinin programı basında yer aldı. Nezihe Hanım'ın kuruluşuna önderlik ettiği parti, henüz Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan kuruluş çalışmalarını tamamlayıp kuruluş dilekçesini vererek Cumhuriyet tarihinin ilk siyasal partisi oldu. Ne var ki kuruluş dilekçesine sekiz ay sonra ret yanıtı geldi. “1909 tarihli seçim kanuna göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle parti kuruluşu için valilik tarafından faaliyet izni verilmemişti. Kadınlar Halk Fırkası, “Türk Kadınlar Birliği” adlı derneğe dönüştü.

Türk Kadınlar Birliği:
Amacı "kadınlığı düşünsel ve sosyal alanlarda yükselterek modern ve olgun bir düzeye eriştirmek" olan[7] Türk kadınlar Birliği'nin başkanlığını Nezihe Muhiddin üstlendi. 1924'te cebinden koyduğu para ile “Türk Kadın Yolu” dergisini kurdu. Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni olduğu dergi 18 sayı çıktı; kadınların siyasal taleplerinin duyurulması için yayın yaptı.

1925 yılında henüz kadınların siyasal haklarının tanınmamış olmasına rağmen Türk Kadınlar Birliği tarafından Nezihe Muhiddin, Halide Edip ile birlikte milletvekilliği için aday gösterildi. Amaç, seçimler sırasında konuyu gündeme getirerek kamuoyunu ve Büyük Millet Meclisi’ni kadınlara oy verme hakkı için etkilemekti.[8]. Fakat adaylıkları Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından reddedildi.[9]. O sırada devam eden Şeyh Said İsyanı kadınların siyasi taleplerine kulak tıkamak için yeni bir bahane oldu.
1927 seçimleri:
25 Mart 1927 günü Türk Kadınlar Birliği’nin merkezinde toplanan kongrede Nezihe Muhiddin’e karşı bir muhalefet başlamıştı. Üyelerden birkaçı basına, CHF’ye, Valiliğe ve Emniyet’e mektup yazarak Nezihe Muhiddin’in yolsuzluk yaptığını, kongrede seçimlerde yapılan usulsüzlükler nedeniyle Kadınlar Birliği’nin gayrikanuni ilan edilmesi gerektiğini iddia ettiler. Ancak Nezihe Muhiddin hemen bir basın toplantısı düzenleyerek bütün iddiaları reddetti. Yeni program valilikçe onaylandı, yolsuzluk iddiaları da asılsız çıktı. 1927 seçimleri için çalışma başladı.

Nezihe Muhiddin'in Kadınlar Birliği tarafından kamuoyuna adaylığı açıklanan dört adaydan birisi oldu. Alınan olumsuz tepkiler üzerine Birlik, Temmuz ayında aday göstermekten vazgeçtiklerini açıkladı ancak seçme ve seçilme hakkı için kampanya temmuz ayı boyunca sürdürüldü.

Ağustos ayında valilik, cemiyet merkezinin polis tarafından aranması için emir çıkardı ve vilayetin suçlamasına cemiyetin içinde muhaliflerin de katılmasıyla Nezihe Muhiddin için yolsuzluk iddiaları yeniden gündeme geldi. 26 Eylül 1927 tarihli Kongre’de Saime Hanım birliğin yeni başkanı olarak seçildi ve Nezihe Muhiddin, birlikten ihraç edildi.
Sonraki yılları


Valilik ve Türk Kadınlar Birliği tarafından birbiri ardına açılan yolsuzluk, sahtekarlık davalarından 1929 yılındaki Af Kanunu ile kurtulabildi. Kişisel itibarı zedelenen Muhiddin, bir suskunluk dönemine girdi. Evinde yakın dostlarıyla aylık çay toplantıları yapmayı sürdürdü. Geçimini öğretmenlik yaparak, roman yazarak kazandı. 1929'da Gazi Osmanpaşa Erkek Orta Mektebi'ne tayin edildi ve bu okuldan emekliye ayrıldı

5 Aralık 1934 günü Meclis kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren kanun değişikliğini kabul edildiğinde Nezihe Muhiddin, seçme ve seçilme hakkının verilmesinden sonra 1935’teki ilk seçimde İstanbul’dan bağımsız aday oldu

1958 yılında İstanbul’da bir akıl hastanesinde hayatı kaybetti.


Eserleri



Şebab-i Tebah (1911)
Benliğim Benimdir (1929)
Türk Kadını (1931)
Güzellik Kraliçesi (1933)
İstanbul'da Bir Landru (1934)
Bozkurt (1934)
Ateş Böcekleri (1936)
Bir Aşk Böyle Bitti (1939)
Avere Kadın (1943)

Bir Yaz Gecesiydi (1943)
Çıngıraklı Yılan (1943)
Çıplak Model (1943)
İzmir Çocuğu (1943)
Kalbim Senindir (1943)
Gene Geleceksin (1944)
Sabah Oluyor (1944)
Sus Kalbim Sus (1944)
Vikipediadan Alıntıdır...

18 Mart 2016 Cuma

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-FATMA ALİYE HANIM (ALİYE TOPUZ)

 

Fatma Aliye Hanım Türk edebiyatının ilk kadın romancısı olarak tanınır.

9 Ekim 1862'de İstanbul'da doğdu. Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa'nın kızıdır. Fransızca ve Arapça dersleri aldı; matematik, hukuk, Arap tarihi ve felsefesi okudu. 1879'da Faik Paşa ile evlendi.
Edebi yaşantısına 1889'da George Ohnet'in Volonte adlı romanınıMeram adıyla çevirerek başladı. Bu romanı "Bir Hanım" imzasıyla çevirmiştir. Fatma Aliye'nin bu çabası Ahmed Midhat tarafından Tercüman-ı Hakikat gazetesinde övüldü. Daha sonra yapıtlarında "Mütercime-i Meram" takma adını kullandı. 1892 yılında ilk romanı olan Muhadarat'ı yazdı. Bu romanında bir kadının ilk aşkını unutamayacağı inancını çürütmeye çalışır. Romanlarında çoğunlukla duygusal aşk temalarını işler.

1914 yılında yazdığı Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı son yapıtıdır. bu romanında Meşrutiyet sonrası siyasal yaşamı ortaya koymayı amaçlamıştır. Fatma Aliye 13 Temmuz 1936 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Diğer Önemli Yapıtları
Roman: Ref'et (1898), Udi (1899), Enin (1910).
Yaşamöyküsü ve tarih alınındaki yapıtları: Namdaran-ı Zenan-ı İslamıyan (Ünlü İslam Kadınları) (1892), Teracüm-i Ahval-ı Felasife (Felsefecilerin Yaşamları) (1900).
Ayrıca Fatma Aliye üzerine Ahmed Midhat'ın Fatma Aliye Hanım yahud Bir Muharrire-i Osmaniye'nin Neşeti (1893) adlı bir incelemesi vardır.


17 Mart 2016 Perşembe

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-HALİDE EDİP ADIVAR

Yeni Bir Yazı Dizisine Başlıyorum...
EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI....
Kadın evlat,kadın eş,kadın anne,kadın herşey...
Bende özellikle edbiyat alanında eserler bırakmış ünlü kadın yazarlarımızı hatırlamak istedim ve de hatırlatmak...İlk Durağımız Halide Edip Adıvar...
Halide Edip Adıvar, çok yönlü kişiliği ile edebiyat dünyamızda yer edinmiştir. Adıvar, öğretmenliğin, müfettişliğin yanı sıra iyi bir hatip olmasıyla da dikkatleri üzerine çekmiştir. Sultan Ahmet Meydanı’nda İzmir’in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma, Kurtuluş Savaşı’nda önce on başı sonra üst çavuş olarak görev yapması ve siyasetçi kimliği onun çok yönlü kişiliğinin göstergeleridir. Halide Edip Adıvar’ın pek çok kez basılarak okurlarıyla buluşan romanı Sinekli Bakkal’da akıp giden hayat, aynı zamanda dönemin tarihsel olayları ve gerçeklikleriyle de incelikli bir anlatı örgüsü içinde buluşur. Geçmişten gelen kültürel, sanatsal değerler ve geleneksel hayata dair çizgiler kitabın akışında önemli yer tutar. Geçmiş kadar geleceğin, doğu kadar batının pay sahibi olduğu bir bileşeni hedefleyen romanda yazar, batılılaşma serüveninde doğunun yerini araştırır.
İstanbul Üniversitesi'nde edebiyat profesörü olan Halide Edib, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950'de girdiği TBMM'de ise milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir.
 TBMM hükümetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar'ın eşidir.
Edebi, siyasi ve mücadeleci kimliği ile öne çıkan Halide Edip Adıvar, 1882’de dünyaya geldiği İstanbul’da, 1964’te hayata gözlerini kapamıştır.
Halide Edip Adıvar Eserleri;
Halide Edip Adıvar Romanları : Heyula, Raik’in Annesi, Handan, Yeni Turan, Mev’ut Hüküm, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Zeyno’nun Oğlu, Tatarcık, Yolpalas Cinayeti, Sonsuz Panayır, Akile Hanım Sokağı, Kerim Usta’nın Oğlu, Sevda Sokağı Komedyası, Çare Saz, Hayat Parçaları, Döner Ayna ve Sinekli Bakkal (Sinekli Bakkal Romanını ilk önce ingilizce olarak yazmış daha sonra Türkçeye çevirmiştir...)

Halide Edip Adıvar Öyküleri : Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Sada ve Harap Mabedler

Halide Edip Adıvar Tiyatro Eserleri : Kenan Çobanları ve Maske ve Ruh

Sinekli Bakkal Özeti

Hikaye, 2. Abdülhamit döneminde, dönemin İstanbul’unun tarihsel ve masalsı dekorunda, Aksaray’ın Sinekli Bakkal Sokağı’nda geçer. Doğu ve batı, geçmiş ve gelecek, gelenek ve modernizm burada kesişir. Dönemin İstanbul dekoruyla bütünleşen romanda ana karakter olan Rabia, doğunun yüzüdür. Hafızdır, mevlidler okuyarak ün kazanmıştır, geleneklerle barışıktır. Ancak Rabia romanda batının yüzü olarak çizilen müzisyen Peregrini’yi sevmekten geri duramayacaktır. Rabia, Peregrini’yi her ne kadar Osman olarak Sinekli Bakkal’a uyarlasa da, Peregrini sanatından vazgeçmeyecek, Rabia’da batının yüzü Peregrini’nin sanatını ayrı bir yere koyacaktır. Yazar, romanda doğu ve batı kültürlerini Rabia ve Peregrini aracılığı ile karşılıklı etkileşimle bütünler. O dönemlerde başlayan doğu batı sentezi oluşturma çabaları romanda da açık bir şekilde hissedilir. Adeta doğunun yada batının eksilmesi, Sinekli Bakkal’ın mutluluk dekorunun bir yanının çökmesine neden olacaktır.

Her şey, mahalle imamının kızı olan Emine’nin, kız Tevfik’e aşık olmasıyla başlar. Tevfik, orta oyunlarında zenne rollerine çıkan sanatkar ruhlu genç bir adamdır. Emine ailesine rağmen kız Tevfik ile evlenir. Başlarda güzel giden evlilik, iki zıt karakterin hayata bakışlarındaki farklılıklar nedeniyle boşanmayla biter. Boşanmadan hemen sonra kız Tevfik Gelibolu’ya sürülür. Emine’nin hamile olduğundansa habersizdir. Boşanma sonrası babasının evine sığınan Emine, kızı Rabia’yı orada dünyaya getirir. Rabia, annesi ve dedesi tarafından sıkı bir dini eğitimden geçirilerek hafız olarak yetiştirilir. Sesi çok güzeldir ve hafızlığıyla, güzel Kur’an okumasıyla ünlenmiştir. Zaptiye nazırı Selim Paşa ve eşinin koruma altına aldıkları Rabia, Mevlevi dervişi Vehbi Dede ve İtalyan müzisyen Peregrini’den dersler alır. Bu arada babasının tekrar mahalleye dönmesi ve dayısından kalan bakkal dükkanını işletmeye başlamasıyla Rabia ile yakınlaşması da başlar. Baba kızın kaderi yıllar sonra Sinekli Bakkal’da kesişmiştir. Selim Paşa her ne kadar Padişah yanlısı ise de oğlu Hilmi, Genç Osmanlılar örgütündendir. Kız Tevfik’te Genç Osmanlılar’ın haberleşme ve belge taşıma işlerini görür. Ancak her ikisininde yakalanması sürgünle bitecek günlerin başlangıcıdır. Selim Paşa’nın, Padişah’ın sürgün kararına göz yummaktan başka yapacağı bir şey yoktur.

Sinekli Bakkal ilk olarak Soytarıyla Kızı adıyla, 1935 yılında Londra’da yayınlanır. Türkçe olarak ise ilk defa haber gazetesinde aynı yıl bölümler halinde yayınlanır. Kitap olarak basılma yılı ise 1936’dır.

2 Temmuz 2015 Perşembe

KARDEŞİMİN HİKAYESİ VE KEBİKEÇ DUASI

Gerçekten akıcı ve güzel bir uslupla yazılmış,harika bir eser...
Okuyorum henüz bitirmedim....

Kitapyurdundan sipariş ettiğimiz kitapların içinden çıkan ayıraçta yazanlar....


Aşk bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümektir diyor usta yazar... 
Sırada Trendeki Kız var...

8 Mayıs 2015 Cuma

BIOMAGİC SAÇ BOYASI



Sürekli kullanıyorum çok memnunum..
Hiç kokusu yok ve istediğiniz rengi tutturmanız çok kolay...
Şiddetle tavsiye ediyorum...
Özellikle benim gibi beyaz saçı çok olanlar ve her ay dip boya yapmak zorunda olanlar için organik güzel bir saç boyası...
Amonyak içermiyor....Ve içinde zararlı 3 kimyasal madde yok...
Ayrıca tüp boyadan başka birde kutuda kolay hazırlanır çeşidi var....Ancak bu daha pahalı...
Saçınız boyadan dolayı kavuniçi tonuna kayıyorsa küllü olan renklerden tercih ederseniz daha güzel olur...

9 Nisan 2015 Perşembe

BİLMECE

Sabah işe geliyorum,radyoda çalan müzikten sonra sabah sohbetleri başlıyor,klasik yarışmalar...Telefonun ucundaki vatandaşa soruyor spiker;
"Kanatlarım yok uçarım,gözlerim yok ağlarım" Nedir bu?
Yarışmacı cevap veriyor; Hostes....
Spiker gülme krizine girdi,bende beraber...Araç kullanmasam daha da fazla gülecektim ama kırmızı ışıkta insanlar bana bakınca durdum...Güne gülerek başladık çok şükür...
Doğru cevap Hostes değil ,pilot değil,kabin görevlisi değil ama bu bilmecenin cevabının Hostes olarak değiştirilmesi için müracaatta bulunacağım dedi spiker...
Ben daha da fazla güldüm ama asıl cevabı da bilmiyorum hala...
Neyse sonuçta bilmecenin doğru cevabını söyledi;
BULUT.....

4 Mart 2015 Çarşamba

CAN ÇIKMADAN HUY ÇIKMAZ


Bir gün kara bir akrep yolculuğa çıkmıştı
Yolu epey uzundu, yorgundu, acıkmıştı.

Bir dereye rastladı; uzun, geniş bir dere
Bir yerlerden geliyor, gidiyor başka yere.

Karşıya geçmek için uygun bir geçit gerek
Aradı, bulamadı; boydan boya gezerek.

Şöyle büyük bir ağaç olsa dalları uzun
Çıkar, yürür, geçerdi; varsın yorucu olsun.

Ama yoktu ne yazık ne geçit, ne de köprü.
Derken derede yüzen birkaç kurbağa gördü.

Seslendi : "Arkadaşlar ! bakar mısınız lütfen ?"
Dönüp onu görünce suya daldılar hemen.

"Korkmayın, hiç bir zarar vermem hiçbirinize,
Ne olur, bir dinleyin, diyeceğim var size."

O böyle yalvarınca içlerinden genç biri
Kafasını çıkardı, gözleri iri iri:

"Akrep kardeş buyurun, diyeceğiniz nedir ?
Yalnız çabuk söyleyin, işimiz aceledir."

"Ne olursun kurbağa, çok zor bir durumdayım,
İnan ki haftalardır bu uzun yolumdayım.

Çok acele işim var, koşup ulaşmam gerek,
Beni bekleyenlerle hemen buluşmam gerek.

Beni sırtına al da karşıya geçiriver,
Bu yorulmuş yolcuya bir iyilik ediver."

"Ama Sayın Bay Akrep, çok korkarız biz sizden;
Çıkıverirse sonra bir kaza iğnenizden ? "

"Hiç olurmu a canım, ben öyle beter miyim ?
Bana yardım edene kötülük eder miyim ?

Hem sonra öyle bir şey yapacak olsam bile
Gitmez miyim seninle ben de suyun dibine ?"

Böyle tatlı sözlerle kurbağayı kandırdı,
Güvende olduğuna iyice inandırdı.

Yüze yüze gelince suyun derin yerine
Kurbağanın ensesi takıldı gözlerine:

Öyle parlak ve semiz, öyle iştah açıcı,
Böyle av bulunur mu, bu kadar kışkırtıcı ?

Sonunda duramadı, yaptı yapacağını
İğnesiyle felç etti kolunu bacağını.

"Ne yaptın akrep kardeş ? Hem kalleş hem döneksin,
Ama sen de benimle birlikte öleceksin."

"Ne yapayım kurbağa, kötüler hep aldatır;
Hem sen işitmedin mi ? «Huy canın altındadır»".

Aman sakın sizlerde kötüye inanmayın
Huyu kötü olanın sözlerine kanmayın

Herkes fıtratının gereğini yapar demiş Derviş....
Suya elini sokup da akrep sokunca...

Anlayanlar parmak kaldırsın!!!
Tülin AKIN ATEŞAL