Ünlü Düşünürler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ünlü Düşünürler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Eylül 2018 Perşembe

İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN


Sabahattin ALİ 'nin 1940 da yayınlanan en güzel eseri ...


En anlamlı sayfası bence...
Yüksek insan dışına değil,içine kıymet verendir...

3 Ağustos 2017 Perşembe

OD-İSKENDER PALA

"BİZ BU İLDEN GİDER OLDUK,KALANLARA SELAM OLSUN...."
BİZİM YUNUS-DERVİŞ YUNUS-YUNUS EMRE 

İskender PALA'nın çok güzel bir eseri olan OD'u okuyorum...
Başka bir duygu.başka bir alem...

17 Mart 2016 Perşembe

EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI-HALİDE EDİP ADIVAR

Yeni Bir Yazı Dizisine Başlıyorum...
EDEBİYAT TARİHİMİZİN KADINLARI....
Kadın evlat,kadın eş,kadın anne,kadın herşey...
Bende özellikle edbiyat alanında eserler bırakmış ünlü kadın yazarlarımızı hatırlamak istedim ve de hatırlatmak...İlk Durağımız Halide Edip Adıvar...
Halide Edip Adıvar, çok yönlü kişiliği ile edebiyat dünyamızda yer edinmiştir. Adıvar, öğretmenliğin, müfettişliğin yanı sıra iyi bir hatip olmasıyla da dikkatleri üzerine çekmiştir. Sultan Ahmet Meydanı’nda İzmir’in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma, Kurtuluş Savaşı’nda önce on başı sonra üst çavuş olarak görev yapması ve siyasetçi kimliği onun çok yönlü kişiliğinin göstergeleridir. Halide Edip Adıvar’ın pek çok kez basılarak okurlarıyla buluşan romanı Sinekli Bakkal’da akıp giden hayat, aynı zamanda dönemin tarihsel olayları ve gerçeklikleriyle de incelikli bir anlatı örgüsü içinde buluşur. Geçmişten gelen kültürel, sanatsal değerler ve geleneksel hayata dair çizgiler kitabın akışında önemli yer tutar. Geçmiş kadar geleceğin, doğu kadar batının pay sahibi olduğu bir bileşeni hedefleyen romanda yazar, batılılaşma serüveninde doğunun yerini araştırır.
İstanbul Üniversitesi'nde edebiyat profesörü olan Halide Edib, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950'de girdiği TBMM'de ise milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir.
 TBMM hükümetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar'ın eşidir.
Edebi, siyasi ve mücadeleci kimliği ile öne çıkan Halide Edip Adıvar, 1882’de dünyaya geldiği İstanbul’da, 1964’te hayata gözlerini kapamıştır.
Halide Edip Adıvar Eserleri;
Halide Edip Adıvar Romanları : Heyula, Raik’in Annesi, Handan, Yeni Turan, Mev’ut Hüküm, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Zeyno’nun Oğlu, Tatarcık, Yolpalas Cinayeti, Sonsuz Panayır, Akile Hanım Sokağı, Kerim Usta’nın Oğlu, Sevda Sokağı Komedyası, Çare Saz, Hayat Parçaları, Döner Ayna ve Sinekli Bakkal (Sinekli Bakkal Romanını ilk önce ingilizce olarak yazmış daha sonra Türkçeye çevirmiştir...)

Halide Edip Adıvar Öyküleri : Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Sada ve Harap Mabedler

Halide Edip Adıvar Tiyatro Eserleri : Kenan Çobanları ve Maske ve Ruh

Sinekli Bakkal Özeti

Hikaye, 2. Abdülhamit döneminde, dönemin İstanbul’unun tarihsel ve masalsı dekorunda, Aksaray’ın Sinekli Bakkal Sokağı’nda geçer. Doğu ve batı, geçmiş ve gelecek, gelenek ve modernizm burada kesişir. Dönemin İstanbul dekoruyla bütünleşen romanda ana karakter olan Rabia, doğunun yüzüdür. Hafızdır, mevlidler okuyarak ün kazanmıştır, geleneklerle barışıktır. Ancak Rabia romanda batının yüzü olarak çizilen müzisyen Peregrini’yi sevmekten geri duramayacaktır. Rabia, Peregrini’yi her ne kadar Osman olarak Sinekli Bakkal’a uyarlasa da, Peregrini sanatından vazgeçmeyecek, Rabia’da batının yüzü Peregrini’nin sanatını ayrı bir yere koyacaktır. Yazar, romanda doğu ve batı kültürlerini Rabia ve Peregrini aracılığı ile karşılıklı etkileşimle bütünler. O dönemlerde başlayan doğu batı sentezi oluşturma çabaları romanda da açık bir şekilde hissedilir. Adeta doğunun yada batının eksilmesi, Sinekli Bakkal’ın mutluluk dekorunun bir yanının çökmesine neden olacaktır.

Her şey, mahalle imamının kızı olan Emine’nin, kız Tevfik’e aşık olmasıyla başlar. Tevfik, orta oyunlarında zenne rollerine çıkan sanatkar ruhlu genç bir adamdır. Emine ailesine rağmen kız Tevfik ile evlenir. Başlarda güzel giden evlilik, iki zıt karakterin hayata bakışlarındaki farklılıklar nedeniyle boşanmayla biter. Boşanmadan hemen sonra kız Tevfik Gelibolu’ya sürülür. Emine’nin hamile olduğundansa habersizdir. Boşanma sonrası babasının evine sığınan Emine, kızı Rabia’yı orada dünyaya getirir. Rabia, annesi ve dedesi tarafından sıkı bir dini eğitimden geçirilerek hafız olarak yetiştirilir. Sesi çok güzeldir ve hafızlığıyla, güzel Kur’an okumasıyla ünlenmiştir. Zaptiye nazırı Selim Paşa ve eşinin koruma altına aldıkları Rabia, Mevlevi dervişi Vehbi Dede ve İtalyan müzisyen Peregrini’den dersler alır. Bu arada babasının tekrar mahalleye dönmesi ve dayısından kalan bakkal dükkanını işletmeye başlamasıyla Rabia ile yakınlaşması da başlar. Baba kızın kaderi yıllar sonra Sinekli Bakkal’da kesişmiştir. Selim Paşa her ne kadar Padişah yanlısı ise de oğlu Hilmi, Genç Osmanlılar örgütündendir. Kız Tevfik’te Genç Osmanlılar’ın haberleşme ve belge taşıma işlerini görür. Ancak her ikisininde yakalanması sürgünle bitecek günlerin başlangıcıdır. Selim Paşa’nın, Padişah’ın sürgün kararına göz yummaktan başka yapacağı bir şey yoktur.

Sinekli Bakkal ilk olarak Soytarıyla Kızı adıyla, 1935 yılında Londra’da yayınlanır. Türkçe olarak ise ilk defa haber gazetesinde aynı yıl bölümler halinde yayınlanır. Kitap olarak basılma yılı ise 1936’dır.

9 Aralık 2014 Salı

YUNUS EMREDEN



Yusuf'u kaybettim Kenan ilinde
Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz

Bu akl'ı fikr ile Leyla bulunmaz
Bu ne yaredir ki çare bulunmaz

Aşkın pazarında canlar satılır
Satarım canımı alan bulunmaz

Yunus öldü deyu sela verirler
Ölen beden imiş, aşıklar ölmez

Söz: Yunus Emre

23 Ekim 2014 Perşembe

GEÇMİŞTEN CUMHURİYETE UNUTULMAYAN ERZİNCANLILAR


17 Ağustos 2005 de kaybettiğimiz babam Gazeteci-Yazar Yunus Nadi AKIN 'ın eserlerinden biri...
Vefatından sonra adına açtığımız blogu ve kitabından açıklamalar için tıkkkkkk...
Kitabın telif hakkı saklıdır...Kitabı almak isteyenler  t.atesal@ hotmail.com a başvurabilirler...
teşekkür ederiz.....

17 Eylül 2013 Salı

YÜREĞİNE BAKMAYI BİLECEKSİN!!!



İnsan kendini keşfettiğin zaman ancak gerçekliğe ulaşabilir ve gerçekten özgür olabilir. Kendi kalbine bakabilme cesareti olanlar mutlu olurlar. Hayatın gerçekleri kendi yüreğimizde saklıdır. Gerçeklik için olağanüstü bir kişiliğe sahip olmak gerekmez, olağanüstü şeyler de yapmamız gerekmez. Sadece insan kendi doğasında olana koşsa gerçeğe ulaşabilir. Kendi doğamızda var olanı yakalamamız durumunda gerçeği keşfederiz. Yalnızca kendin olmayı deneyenler özgürleşir. Kendi içine bakan, kendini, hayatı ve gerçeği keşfeder. Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır, kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.
                                                                           Doğan Cüceloğlu

22 Mart 2013 Cuma

CANIM İSTANBUL

Sadece fotoğraf bana ait...Şiir ustaların ustası Necip Fazıl KISAKÜREK'in...

CANIM İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul`da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ` Katibim`i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
NECİP FAZIL KISAKÜREK

21 Şubat 2013 Perşembe

DÜNYA YİNE DE GÜZELDİR


Yılların geçmesine öfkelenme!!!
Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.Ara sıra isyana yönelecek olsan bile hatırla ki ,kainatı yargılamak imlansızdır.Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.Görmeye çalış ki,bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yinede güzeldir...
                                                                                                                               Bir tapınak yazıtından...

*Rıfat MERTOĞLU 'nun  "Ağıtsız Kadınlar" kitabından alıntıdır...

30 Ocak 2013 Çarşamba

RUHUMLA SEVERİM


MEVLANA DER KI; Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim... İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi... Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım. Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. Gerçeği öğrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...