30 Ocak 2013 Çarşamba

RUHUMLA SEVERİM


MEVLANA DER KI; Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım. Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim... İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim. Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi... Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım. Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim. Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. Gerçeği öğrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...

28 Ocak 2013 Pazartesi

KENDİME ÖĞÜTLER

Manolya dokunulmadan sevilen tek çiçektir....Neden mi ? Ağaçtadır çünkü çokkkkk yüksekte...ulaşılmaz,beğenilir ama dokunulmaz...emek ister dokunmaya,uğraş ister... uzaktan sevmek güzeldir onu ,dokunmadan,gönülden....ben bilmezdim manolyanın böyle ağaçta yetiştiğini taki görene kadar,kokusunu duyana kadar....Kıymetlidir kendince ta ki birisi ağaca çıkıp onu kırana kadar...
Bende çok kırılganım,manolya kadar...Manolya kadar hassas ,manolya kadar ulaşılmaz  ve belki de anlaşılmaz...Yorgun bir hayat savaşçısıyım,duygusal ve hassas...İnatçıyım burcum boğa kadar inatçı...Yükselenim terazi kadar titiz ve detaycı...O yüzdendir hayata fazlasıyla takılışım,ince ince sızlanışım....Halbuki akışına bırakacak kadar sabrım olsa hayatı ,ayrıntılarda gizli olanı açığa vurmayacağım...Kendime değer vermeye çalışacağım belki,değerlisin sen kendine,etrafındakilere ve sevdiklerine diyebileceğim...Değer vermezsen sen kendine hiç kimse vermeyecektir ,beklesende,ümit etsende...Sessizce üzülmeye devam ederken haberi olmayacaktır kimsenin,...,kimse yüreğinin sesini dinlemeyecektir...Hayat böyledir işte , almasını ,istemesini bilmeyene vermez...Sen istemesini bileceksin,inadını kıracaksın,gururu bir kenara bırakacaksın ve yılmadan,yorulmadan mücadele edeceksin...Göreceksin ki daha mutlu olmuşsun,daha rahat...nefes alışın bile değişmiş ,havanın kokusu bile...Kafanı eğmeden yürü,kaldır ve bak gökyüzüne ve etrafına,görerek bak,kendine pay çıkar...Nice zor durumda olanları gör ,senin sıkıntının ,anlamsız inadının , yersiz gururunun ne kadar boş olduğunu anla,anlamaya çalış....Şükret! Elindekilere,sağlığına şükret!Her zamanki gibi tedavi et kendini,düşsende kalk...Yıkılmadım,ayaktayım,dertlerimle başbaşayım ama başedebilirim de!....Evet başedebilirsin ve başetmelisin sonuna kadar,seni sevenlerin hatrına ölene kadar!!!!

24 Ocak 2013 Perşembe

MUTLULUĞUN EN AZ YARISI SİZİN ELİNİZDE


Hayatın ne zaman zorlaşacağı bilinmez. İyi günlerin yerini ansızın alıverir kötü günler. Kötü günleri atlatmanın yolu ise moralini yükseltmek için doğru yöntemi bulmaktan geçiyor. İşte size hayata daha mutlu bakmak için 10 yöntem...

MUTLULUĞUN EN AZ YARISI SİZİN ELİNİZDE

Bazen işler kötü gider. Herkesin hayatında iyi gün olur, kötü gün olur. Zor günleri atlatmak için, sorunların üstesinden gelebilmek için, insanın psikolojisinin de buna uygun ve güçlü olması gerekir.

Herkesin kendine göre bir pembe gözlüğü, moralini yükseltmek için bir yöntemi vardır. Ama başarılı olur ama olmaz. İşte size hayata daha mutlu bakmak için 10 yöntem...

1- Siyaha değil beyaza odaklanın
Son dönemde hayata pozitif bakmayı öğreten pozitif psikoloji kitapları çok satıyor. Hepsinin hareket noktası aynı: Bardağın dolu yarısını görün! Şikayet etmeyi, kesin pozitif duygular üzerine yoğunlaşın. Böylece Amerikalı psikolog Martin Seligman'ın 'öğrenilmiş çaresizlik' dediği 'kabullenme' tuzağına düşmeyin.

Olumlu yönlerinizin altını çizin, zenginliklerinizi, potansiyelinizi fark edin. Kaliforniya Üniversitesi'nde yürütülen bir araştırmaya göre mutluluğumuzun ve huzurumuzun yüzde 40'ı tercihlerimizin ve hayata bakışımızın sonucu. Kendi kendinizi telkin edin, gaza getirin: Önemli değil, iyiyim, aslan gibiyim...

2- Elinizdekine sevinin bir kere...
Moralinizi sıfırlamak çok kolay, kaybeden psikolojisine girmeniz yeterli: Dün bugünden çok daha iyiydi; x benden daha şanslı; hayal kurmak neye yarar zaten gerçekleşmeyecek... Bunlara zihin kirliliği diyorlar, elinizdekinin kıymetini bilmenizi engelleyen, ulaşılabilir hedeflere ve mutluluğa erişmek için harekete geçmenize mani olan 'bölücü ve yıkıcı' fikirler. Unutmayın: 1992 Barselona Olimpiyatları sırasında yapılan bir araştırma bronz madalya alan üçüncülerin, gümüş madalya kazanan ikincilerden çok daha mutlu olduğunu gösteriyordu. Çünkü ikinciler 'birinciliği kaçırdım' diye başarılarının tadını çıkaramazken, üçüncüler podyuma çıkmaktan mutluydular.

Yanlış karşılaştırmalardan kaçının. Mesela 'Şule ne kadar şanslı, okula arabayla geliyor' diye hayıflanacağınıza, 'Ben şanslıyım, kardeşim bir fakülte kazanamadı konfeksiyon atölyesinde küçük bir işe girmek zorunda kaldı' diye düşünün.

3- Arkadaş, illa iyi arkadaş
Bütün anketler aynı şeyi söylüyor: Ne para ne başarı tek başına mutluluk verir, önemli olan çevrenizdekilerle olan ilişkilerdir. Yalnız yaşayan insanlarda depresyon riskinin evli veya bir arkadaşıyla oturanlardan daha yüksek olmasının sebebi budur. Hatta arkadaş ilişkilerinin aileden bile daha iyi bir 'pozitif duygu kaynağı' olduğu söyleniyor. Ama dikkat arkadaş var, arkadaş var. Bunun bile istatistiğini çıkarmış araştırmacılar: Avusturyalı Ernst Gehmacher 'İnsanın kendini iyi hissetmesi için en az 4 (azami 12) sağlam arkadaşı olması şart; çok güvendiği, her şeyi (?) paylaşabildiği ve yardım alacağını bildiği arkadaşlar' diyor.

Yeni bir telefon defteri alın (daha doğrusu cep telefonunuzun adres defterini yenileyin) ve sadece gerçekten değer verdiğiniz insanları kaydedin. Sık ve düzenli haberleştiğiniz, birbirinizi gönülden arayıp sorduklarınızı...

4-Yaptığınız işe yoğunlaşın
Kısa vadeli de olsa, kendini iyi hissetmenin yollarından biri (hepimiz bunu yaşamışızdır) yaptığı işe iyice yoğunlaşmaktır. Zaman durmuş gibi olur, sorunlarımızı unuturuz. Amerikalı psikolog (adını boşuna telaffuz etmeyi denemeyin) Mihaly Csikszentmihalyi'nin flow (akış) dediği an budur. Peki bu 'mutluluk anı' nasıl yakalanır? Yetkinliklerimizle uyumlu (çok kolay olursa sıkılırız aklımız gezintiye çıkar, çok zor olursa büsbütün daralırız) bir aktivite seçerek...

İş ortamında akış yakalamak tatilde veya boş zamandakinden çok daha kolaydır. Bu tekrar gerektiren, monoton işler için bile böyle. Kendi kendinize gaz verecek şekilde hedefler koyun: Şu konuda nasıl daha iyi olabilirim? Daha az yorularak şu işi nasıl yapabilirim?

5-Çocuklar gibi oynayın...
Şirketlerin düzenlediği bir paintball oyununda düşmanını boya-kurşunlarıyla vurmak için canını dişine takarak kovalayan müdürünüze bakıp da 'ne salak herifmiş bu ya' diye düşünmeniz çok doğal. Ama oyunun her yaşta faydaları vardır. Araştırmalar oyuncuların sadece performansının değil, iyimserliğinin de daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bir uzman 'Eğer oyun oynamaktan vazgeçersek zihnimiz mekanikleşir, adeta kurur' diyor; 'Oyuncular gerçekleri daha esnek olarak algılarlar, gerçeklerle oynamayı da severler. Eğer hayatı çok ciddiye alırsanız, eğip bükmekten vazgeçer, değiştirebilme fırsatını da kaçırırsınız'.

Eşinizle, çocuklarınızla, arkadaşlarınızla oyun oynayın. Kağıt oyunları, bilgisayar oyunları, Pictionary, Tabu... ne olursa!

6-Her gün bir işi bitirin
Pozitif psikoloji uzmanı Ilona Boniwell 'Zamanını iyi kullanmış olmanın verdiği mutluluk, insanın kendini iyi hissetme sebeplerinden biridir' diyor. Sürekli işini bitirememe, yetişememe hissi ise insanı mutsuz eder. Daha az çalışıp, kendine daha çok zaman yaratmak bir yöntem tabii ki ama bahaneye dönüşmesi riski var. Boniwell daha kolay bir yöntem öneriyor: 'Eğer her gün bir şeyi istediğimiz gibi sonuçlandırabilirsek, bir büyük projenin her gün bir küçük parçasını tamamlarsak, kendimizi çok mutlu hissediyoruz'.

Yani kendinize her gün için mümkün ve tutturması sadece size kalmış bir hedef koyun: Başladığınızın kitabı bitirmek, bir yemek tarifini denemek, kaç gündür masanızda duran radyoyu tamir etmek... Sonra da bir işi yapıp bitirmiş olmanın verdiği hazzı yaşayın.

7-Vipassana metodunu deneyin
Vallahi biz uzmanların yalancısıyız. Her 5 Amerikalı şirket yöneticisinden biri meditasyon yapıyormuş ve en çok uygulanan metod da Vipassana imiş. Yani 'derinlemesine görmek' ya da 'olanı olduğu gibi görmek'. Buddha'nın bu yöntemle Nirvana'ya ulaştığı söyleniyor. Burada yöntem beyni boşaltmak değil aksine çevredeki objeleri tam olarak ve olduğu gibi algılamak. Çanta sadece bir çantadır. Böylece açgözlülüğe, hasete, kıskançlığa, kızgınlığa bir son vermek. Yani daha az üzülmek.
Bu konuda piyasada bir sürü kitap var, kurslar seminerler var... Elçiye zeval olmaz!

8-Kötü durumdan faydalanın
Nietsche mi demişti 'Beni öldürmeyen güçlendirir' diye? Uzmanlar 'elastikiyet' diye bir kavram kullanıyorlar, 'insanın zor bir durumdan sonra yeniden toparlanma kapasitesi' anlamına. Dayanma, ile yaşamayı öğrenme hatta atlatma değil, 'faydalanma' yani yaşadığı zorluktan pozitif bir şey çıkarma. Her şeyi hazır bulan, bir eli yağda bir eli balda insanlar en küçük şeyden bile mutsuz olurlar, en küçük bir sorunu bile büyütürler. Oysa bir sıkıntı yaşamış ve bunu 'elastikiyet'leri sayesinde olumluya çevirmiş insanlar bunu başarmış olmanın verdiği mutluluk ve güvenle kendilerini daha iyi hissederler.

9-Temizlik teparisi uygulayın
İngiliz 4. kanalında How clean is your house (Eviniz ne kadar düzenli, temiz) diye bir programda 'cleaner therapist' diye bir takım insanlar ortaya çıkmıştı. Şimdi bu iş çok moda. Bu yeni kişisel koçlar 'Düzensiz bir yaşam ortamı stres ve sinir sebebidir. Karmaşa zaman kaybettirir, sabrımızı zorlar, moralimizi bozar' diyorlar.

Yani gereksiz eşyalara dandik manevi değerler yüklemeyin, atın gitsin. Size kötü hatıraları sürekli hatırlatmalarına, içinizi karartmalarına, sizi geçmişe döndürmelerine izin vermeyin. Temizleyin, atın... Aynı şekilde bilgisayarınızda, belgelerinizde, fotoğraflarınızda, cebinizin adres defterinde filan da sağlam bir temizlik yapın.

10-Hayatınızda yenilikler yapın
Psikologlar 'hedonist adaptasyon' diyorlar, insan gündelik küçük mutluluklara o kadar alışır ki, kıymetini bilmez. Keyif almak, zevk almak demek beyinde endorfin gibi zevk hormonlarının salgılanması demek. Oysa zamanla bu alıcılarımız dolar, zevk almaz oluruz. Her gün aynı şeyleri yapmaktan vazgeçin, her gün hoşunuza gidecek bir alışveriş yapamayacağınıza yahut her ay izne çıkamayacağınıza göre, hayatınıza yenilikler, yeni zevkler katmaya çalışın.
Bunlar çok basit şeyler olabilir... Mesela yarın sabah kahvaltınızı bir kazak giyip balkonda yapın, işe farklı bir yoldan etrafınıza baka baka gidin, 3 ayda bir salonun mobilyalarının yerini değiştirin vs vs...

Kaynak:kigem.com
 

22 Ocak 2013 Salı

YÜREĞİMDEN DÖKÜLENLER


İnsan bazan duygularını düşüncelerini sıkıntılarını açıkça dile getiremez,çekinir...
Bilir ki herşey dilde başlar ve dilde son bulur.Diline hakim olmaya çalışır,en azından olmak ister ama birde bakmışsınız ki dili çalışmasa da eli çalışmış yüreğinden diline, dilinden de  eline  dökülmüş söylemek istedikleri...Dökülmesi de gerekir aslında kendi kendine konuşmasından daha iyidir...Biriktikçe hastalık yapacaktır çünkü.Biriktirmek sabır işi , bir sanat bence,her anlamda biriktirmek.
Duygu biriktirmek,söz biriktirmek,laf biriktirmek,para biriktirmek.Susmak,susabilmek."Yakana dahi söyleyemeyeceğin sırların olsun"... kendine ait sırlar...eşinle,çocuğunla dahi paylaşma,sadece kendinle...Başkalarının sırlarını da  sakla,sakla ki güvenilir olduğun bilinsin...Kimse bilmese de sen bil..." bak ben nasıl sır saklarım" de kendi kendine.Sırrını sakladığın dostun olmaktan çıksa da sakla,mezara kadar götür,götür ki haktan da mükafatını alasın...İşin diğer yüzü tabi bu başkalarının sırrını saklama işi.Kendi sırlarını saklamak elinde..."Söylersin derdini bir dostuna oda gider söyler dostuna,dostunun dostu vardır oda söyler dostuna"demiş atalarımız...Ne güzel söylemişler...Tecrübe ve yaşanmışlıklarla elde edilecek bir sanattır bunlar...Gençlik yıllarında düşünmeden hareket ettiğinde başına gelenlerden edindiğin tecrübe, olgunluk döneminde düşünerek hareket etme özelliğini kazandırır sana ....
Bilgi birikimidir, uygulamalı kazanılan gerektiğinde paylaşılan...Paylaşamadıkları da vardır tabiii...Onun dozajını ayarlamak kişisel bir hal alır...Ne kadar paylaşacağınız,neler söyleyeceğiniz,söyleme şekliniz size aittir...Aslında yaşananlardan çıkan görüntü sır olmaktan çıkar...etraftakiler görürler ama görebildikleri kadarını görürler...sorduklarında açıklarsan , anlatırsan a dan z ye işte o zaman yüreğini açmışsındır,geriye dönüşü yoktur...Paylaştığından çok paylaştığın kişi daha bir önem kazanır o zaman...Anında yeni bir haber duyduğu için koşarak ilgilisine ulaştıracak birisi mi,yoksa ne kadar sıkışsa da saklayıp,öğüt verir tarzda sizi düşünerek karşıdakine izah verecek birisi mi? Bunu seçmek de size kalmış...Ama yine de tecrübeyle sabitlenecek tabiii...Kişi seçme ,arkadaş seçme,dost seçme zor zanaattir...İyi seçeceksin dostunu,çookkk iyi...Herkes arkadaştır ama herkes dostun olamaz...Hele bu devirde dost bulmak imkansız gibi bir şey...Dost biriktirmeli insan hayatında , sabırla işlemeli...Dost olmalı insan kendinden verebilmeli...Karşılık beklememeli yeri geldiğinde güvenmeli dostuna,arkasında bir dağ varmış gibi...Aramadığında kırılmamalı elbet fırsatını bulsaydı arardı demeli...Serbest bırakmalı sizi sıkmamalı...Size rahat dolaşma alanı bırakmalı yüreğinde...Eleştirmeli de sıkmadan,doğruları söylemeli incitmeden...Karşılıklı olmalı bu davranış...
     Ben sanmıyorum ki kişi eleştirilmesin!Anne kızı,baba oğulu,eş eşi,evlat ana babayı ,komşu komşuyu ,dost dostu,arkadaş arkadaşı eleştirir durur...Olmalıdır da hiç kimse mükemmel değildir...Eleştirinin dozajı dır önemli olan ve de eleştiriyi kiminle paylaştığınız...Kötü olan bir huyu değiştirmektir amaç,yanlış yapılan bir hatayı düzeltmek,iyi niyetle yaklaşıp,olayları güzelleştirmek...Hayatı yaşanabilir bir hale getirmektir,zorlaştırmak değil...Bencil olmak yanlıştır bu noktada...Kendi hatalarınızı da beraberinde görerek hareket etmek gerekir...Fikirler farklı,yönler farklı olabilir...Bir noktada birleşmedikçe dostluk olmaz,sıkıntınızda başınızı yaslayacağınız bir omuz olmaz...Bu omuz bir arkadaşınız veya eşiniz olabilir...En güzel dost eşinizdir aslında,gıpta ile bakarım eşi ile dost olabilenlere...Ama birde hemcinsiniz den dostunuz olacak yeri geldiğinde eşinizi eleştireceğiniz...Ne demiş ozan;

-Dost dost diye nicesine sarıldım.
-Düşman belli değil, dost belli değil...

Bir başka görüş de şöyledir;
"ANADAN BAŞKA YAR OLMAZ" diye.

              İşte ben bu bir başka görüşten yanayım...
                       Sevgi ve Muhabbet İle....